Subscribe:

HAKİKAT KİTAPLARI


Hakikat Kitabevi, mühim bazı kitapları basıp dağıtıyor. Bir zamanlar Türkiye gazetesi bu kitapları kupon karşılığı veriyordu. "Kıyamet ve Âhiret" adlı kitabı bu şekilde temin edip o günlerde okumuştum. Kitap okuma sevgi ve alışkanlığını henüz edinmediğim o yıllarda mezkûr kitabı okurken neler düşünmüştüm, kitabı -hiç olmazsa üslûp yönünden- sıkıcı bulmuş muydum, bilmiyorum. Hakikat Yayınevi kitaplarının kapakları arasında insanı kitaptan ürkütecek hatta nefret ettirecek bir Türkçe cenazesi yatıyor. Ölmüş, etrafa kötü koku yayan bir ceset ne kadar insansa bu kitapların dili de o kadar Türkçe.

Osmanlı yazı dilinden olduğu gibi Latin harflerine aktarılmış kanaati veriyor insana. Kimi kelimeleri orijinal dilindeki gibi yazdıklarını varsaysak bile kimi kelimeler orijinal dilinden alınıp yeryüzünün hiçbir coğrafyasında konuşulmayan bir dile tercüme edilmiş. Arapçadaki "دعاء" kelimesi, Arapçada "ü" sesi olmadığı için "düa" şeklinde okunamaz, "DUA" diye okunur. 

Türkçeyi bu denli mahvetmenin nasıl bir mazereti olabilir?

Kelimenin aslına bu kadar sadık kalmaya çalışmak, dilin canlılığını inkâr etmektir. İnsan sözünü değiştirilemez zannederek kutsallaştırmaktır. Oysa Hadis-i Şerifler dışında insanoğlunun hiçbir sözü hatadan hâli ve zamanın lisanına çevrilemeyecek kadar kutsal değildir.

Yayınevi kendi isminde kelimenin aslına bağlı kalmamış. "حقيقة" kelimesi "hagîgah" şeklinde yazılırsa Arapça aslına daha uygun olur ama ne lüzûm var "hakikat" diye Türkçesi varken...

BENİ DEYİL İŞİNİ TAKİPET


İşte kural tanımazlığın bir örneği daha... Kırmızı ışıkta ön çaprazımda duruyordu, cep telefonumla fotoğrafladım.

Kamyonların arkasındaki yazılar yasaklandı fakat kuralı çiğneyenler var. Trafikte son derece tehlikeli kamyon arkası edebiyatı. Arkadaki sürücülerin dikkatini çeker; kimisi okumaya, kimisi anlamaya, kimisi ezberlemeye, kimisi not almaya, kimisi fotoğrafını çekmeye çalışır. Kimi saçmalığına, kimi derin anlamına, kimi yazı düzenine, kimi imlasına odaklanır. Tehlikeli vesselam...

İşimi takip ettim ve kamyon arkasındaki bu yazıdan üç tane hata tespit ettim:

1) Herkese malum olduğu üzere "DEYİL" diye bir kelimemiz mevcut DEĞİLdir. 

2) Türkçemizin noktalama işaretlerinde iki ünlem şeklinde bir işaret yoktur. Birden fazla ünlem konunca ünlemin kuvveti artmaz. 

3) "TAKİP ET-" birleşik fiili bitişik yazılmaz, ayrı yazılır, çünkü kelimeler bir araya geldiğinde "sabret-" fiilinde olduğu gibi bir ses düşmesi (sabır-et) ya da "hisset-" fiilindeki gibi bir ses türemesi (his-et) meydana gelmiyor. Yardımcı eylemle (etmek) kurulan bu tür birleşik fiillerin kelimeleri ayrı yazılır.

Hem Türk Ticaret Kanunu'na hem de Türk Dil Kanunu'na (Keşke böyle bir kanun da olsaydı.) muhalefet...

MÜSTAKBEL

Anlamını bilmediği bir kelimeyi cümlede kullanmak, bazen insanı gülünç duruma düşürebiliyor. 
Yaklaşık bir yıl önce katıldığım bir toplantıyı hatırladığım için bu yazıyı yazıyorum. 
Toplantıyı tertipleyen genç hanımefendinin öz güveni hayli kuvvetli. Neden olmasın ki?... Çok zengin, fabrikatör bir ailenin el üstünde tutularak özel okullarda okutulmuş bir kızı... Üniversite de okumuş. Gittiği her yerde hürmet görüyor. İnsanlar imrenerek bakıyor ona. Üyesi olduğu topluluklarda başkanlık dilimleri hep ona düşüyor. Kürsülere davet ediliyor alkışlarla, mikrofonlar uzatılıyor anlatacakları merak edilerek. O da konuşuyor her ortamda kendinden emin tavırlarla.
O akşam da konuştular fakat anlamını bilmedikleri bir kelimeyi iki defa kullandılar. Lüks lokantanın toplantı salonunu dolduran davetlilerin eğitim ortalaması, üniversite düzeylerinde. Yapılan yanlışlığı herkesin fark etme ihtimali olmasa da ben o an irkildim.
Konuşmalarına başlarken "Çok Değerli Genel Müdürüm ve Müstakbel Eşleri" deyince "Allah Allah, bizim genel müdür yeni mi evlenecek?" dedim kendi kendime. Fakat hanımefendi bizim müdüre de "Değerli Müdürüm ve MÜSTAKBEL Eşleri" diye hitap edince anladım "müstakbel" kelimesinin anlamını bilmediğini. Bizim müdür yanında oturan bayanla en az 25 yıllık evliydi. Yani eşi "müstakbel" falan değildi, maziden hale intikal eden halihazırdaki eşiydi. 
Demek ki hanımefendi "müstakbel"i "sevgili" gibi bir anlamda kullanmak istiyordu fakat kelime buna müsaade etmiyordu. Zira "müstakbel" kelimesi "gelecekteki" demekti ve "müstakbel eş" "gelecekte, ileride evleneceği kişi, eş" anlamında kullanılmaktaydı.
Muteber hanımefendi muhtemelen konuşmalar yapmaya devam ediyordur, inşallah birisi bu kelimenin anlamını öğretmiştir.

CİRİM-CÜRÜM


Konuşurken ya da yazarken yani dil ürünü verirken tam yerinde atasözü yahut deyim kullanmak, sözü güzel kılar şüphesiz. Ancak kullandığımız atasözü ya da deyimin anlamını bilmemiz gerektiği gibi kalıplaşmış olan bu sözün kelimelerini de iyi bilmemiz gerekir. Aksi halde muhatabımız veya dinleyicilerimiz içinde lisan ilminin kokusu bir parçacık bile üzerine sinmiş olanlar varsa rezil olduğumuz gündür.

Yukarıdaki filmde tartışan iki kadından biri, diğerinin tehdidini önemsemediğini bir atasözüyle anlatmaya çalışıyor. Atasözü tam da yerinde kullanılıyor ne var ki kelimelerden biri yanlış. 

"Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın." diyor ki atasözünü çokları bu şekilde yanlış söylüyor. Sıkıntı "cürüm" kelimesinde. 

Cürüm; suç, kusur, günah demek. Bu durumda söz saçma oluyor. Hem öyle kabahatler, öyle günahlar var ki ateş olsa dünyayı yakar. Bu atasözüyle "Senin tehdidini, düşmanlığını önemsemiyorum, hiçbir şey yapamazsın." manasını vermek isteriz fakat "cürmün kadar" sözü küçüklük ifade etmeyebilir. 

Atasözü "Ateş olsa cirmi kadar yer yakar." olmalı. Cirim; cüsse, hacim demektir ve maksadımızı ifade eder.

Kelimelerin aşağıdaki anlamlarını TDK'den olduğu gibi aktarıyorum:
cürüm -rmü
isim, hukuk Arapça curm
1. isim, hukuk Suç
"Suçlu cürmünü inkâr etmekte ve saçma sapan ifadeleriyle tahkikatı karıştırmak istemektedir." - N. Hikmet
2. Yanlışlık, kusur veya hata
"Onun çalışmasını bozan, hassasiyetini körleten her şey cürümdür." - H. Taner
Birleşik Sözler (Sakla)
cürmümeşhutmeşhut cürümler mahkemesi

cirim -rmi
isim eskimiş Arapça cirm
isim Hacim
"Ateş olsa cirmi kadar yer yakar."

F KLAVYEMİZ

Ahmet Turan Alkan'ın "Yaşasın F Klavyemiz" başlıklı 15 Mart 2009 tarihindeki köşe yazısını okumuştum. Yazıyı bitirince kalktım, masa üstü bilgisayarımın klavyesini F'ye (Lütfen "FE" şeklinde okuyalım.) çevirdim. Klavyedeki harfleri söktüm, hem harflerin altını temizledim hem de F düzeneğine göre harfleri sıraladım. Bu, belki bir yazarın okurunu etkileme ve harekete geçirme başarısıydı, belki de bir okurum yazara olan güven ve bağlılığıydı. Ya da o zamana kadar hiç düşünmediğim bir hakikati öğrenmiş olmamdı. 

Devlet dairelerinde, klavye kullanmayı daktiloda öğrendiği için bilgisayarın tuşlarına basmak yerine vurarak yazan memurların F klavye kullanmalarını geri kalmışlık, modern dünyaya ve gelişen teknolojiye uyum sağlayamamak olarak görmüşlüğümü itiraf edeyim. Günün birinde bir anda Q klavyeden F'ye geçeceğim aklıma gelmezdi. Hatta klavyeden bahsedilince F klavyeyi milli bir mesele olarak orada burada savunacağımı bilemezdim. Artık neredeyse bütün parmakların klavyelerde dolaştığı günümüzde Q klavyenin İnternet kafelerde çetleşenlerin seviyesinde avamca kaldığını, F klavye kullanmanın bir şuur ifade ettiğini düşünecek kadar fikrî bir değişim geçireceğimi de bilemezdim.

F klavye meselesi zaman zaman devlet adamlarının gündemine geliyor gibi oluyor. Okullarda F klavye kullanılmasının zorunlu olacağı, öğrencilere F klavyenin öğretileceği bahis konusu edilince içten bir mutluluk yaşıyorum. Bu, hem ülkemizde dil konusunda bilinç filizlenmesine emare teşkil etmesinden hem de F klavyeye geçme kararımda isabet ettiğime delil teşkil edeceğinden olsa gerek.

F klavye Türkçe konuşan ve yazanların daha kolay ve hızlı yazmalarını sağlıyor. 
Çünkü harflerin dizilişi, aktif parmaklara derk gelen harflerin kullanım sıklığı ince ince hesaplanarak klavye oluşturulmuş.

Türkçede her hecede ünlü harf var fakat genelde hecelerde ünsüz harf daha fazla. Hem alfabemizde ünsüz harflerin sayısı (21 adet) ünlü harflerden (8 adet) fazla hem de Türkçe hece yapısında bir ünlüye karşılık birden fazla ünsüz bulunabiliyor. İşte bunlar hesaba katılarak ve sağ elin sol elden daha kuvvetli ve iş yapmaya daha istidatlı oluşu da buna dahil edilerek F klavyede ünsüz harfler sağ ele, ünlü harfler sol ele toplanmış.

Her hecede ünlü harf bulunur dedik. Bu demektir ki yazarken her iki-üç tıklamadan biri 8 ünlü harfimiz için olacaktır. Yani bu harflere klavye üzerinde kolay ulaşılmalı. Evet, ünlü harfler sol elimizin klavye kullanan dört parmağının altında duruyor. 

Türkçede çok kullandığımız "t, k, m, l, d, r, n, z, s" gibi ünsüz harfler hemen sağ elimizin altına yerleştirilmiş, Türkçe kelimelerde pek işimize yaramayan "q, w, x, j" harfleri de klavyenin uzak kenar ve köşelerine kovulmuş. 

Ünlü ve ünsüz harflerin farklı ellere verilmesinin bir avantajı da her iki elin birlikte çalışmasıdır. Bir sağ el, bir sol el... Bir sağ el, bir sol el... İnsanı yormuyor, kasmıyor. 

Q klavye İngilizce... İngilizceye uygun dizilmiş. Yani onların işini kolaylaştırır. Biz başka bir dil kullanıyorsak, bizim işimizi zorlaştıracaktır. Sağdan direksiyonlu bir araçla Türk caddelerinde dolaşmak, ne kadar kolay ve ne kadar güvenli hız yapmaya elverişli olabilir ki?..

Klavye değiştirmek kolay değil. Hele Q klavyeyi uzun zamandır kullanıyorsanız ve hızlı yazıyorsanız, F klavyeye geçince yazı yazamaz olursunuz. Harfleri bulamazsınız. Fakat değer. Zaten kısa bir zaman sonra yeni klavyenize alışır ve gittikçe hızlı yazmaya başlarsınız.

Bu F klavyenin şöyle bir avantajını da gördüm: 
Bizim insanımız tembel ve ilgisiz. Öyle öğretmenler gördüm ki bilgisayarın faresiyle bütünleşmiş, sadece tıklıyor. Yazmıyor, yazamıyor. Bir şey yazması gerekince "Hocam, ben okuyayım da şunu bir yazıver, sen hızlı yazıyorsun." kolaylığına kaçıyor. Başkasına yazdırırsan asla hızlı yazamazsın. Bu durumlarda benim için çok güzel bir mazeret oluyordu klavye farkı. "Hocam ben Q klavyede yazamam çünkü F klavye kullanıyorum." diyordum ve başkasının tembelliğinin faturasını kendi zamanımla ödemek zorunda kalmıyordum.

İrtica


1994 baskılı TDK Okul Sözlüğü...

Türkiye'nin adım adım 28 Şubat'a yaklaştığı yıllara lügat desteği sağlanmış.

Anlamı sadece ve sadece "gericilik" olan "irtica" kelimesi için ilk anlam olarak "İslâmî yaşama tarzına dönüş" ifadesini vermek hem bir dil cehaleti hem de mukaddes dinimize bir saldırıdır. 

İslâmî yaşama tarzı, Müslümanlıktır. Yani hidayete ermektir ki her Müslüman bunu, namazlarında okuduğu Fatiha sûresinde günde en az kırk kere Allah'tan dilemektedir. 

Aynı sözlükte "şehit" kelimesi de yanlış anlamlandırılmış, kasıtlı olarak kimi kesimler tarafından bu kelimeye hâlâ dinden uzak anlamlar yüklenmeye çalışılmaktadır. Herhangi bir ülkü ya da ülke için ne şekilde olursa olsun ölene şehit denmez. Birileri diyebilir; ama Allah şehit demez. Şehitlik dünyadan ziyade Âhiret âlemini ilgilendiren bir durumdur. Hülâsa, dini ve İslam coğrafyası olan bir ülke uğrunda ve Allah rızası için ölmek gerekir şehit olabilmek için.


TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'te irtica kelimesi ile ilgili bu utanç verici yanlışı düzeltmiş olması ise sevindirici bir durum.

Saat:Dakika


Hastanede yatan bir akrabamı ziyaret etmiş çıkıyordum. Fotoğraftaki levha dikkatimi çekti. 

Saat ve dakikanın arasına nokta koymayı başaran tabelacıya mı dua etsem hastane idaresine mi, bilmiyorum.

TDK diyor ki saat ile dakika bildiren sayıların arasına nokta konur. Fakat bundan neredeyse hiç kimsenin haberi yok. Sürekli Türkçe dersi verilen öğrenciler bile "Hocam, saatle dakikanın arasına iki nokta konmuyor mu?" diye sorar dururlar. 

"Hayır yavrum, tek nokta konur." dediğimizde "Ama kol saatlerinde iki nokta konuyor." cevabını alırız.

Doğrudur, neredeyse bütün dijital saatler ve saati gösteren bütün yazılar saatle dakika arasına iki nokta (10:00) koyar.

Yabancı televizyon kanalları da iki nokta kullanıyorlar. 

Demek ki TDK yanlış biliyor. Madem halkımıza saat yazımını "10.00" şeklinde öğretmek, öğretsek bile bütün bir dijital dünyayı değiştirmek mümkün değildir. O halde TDK tek nokta ısrarından vazgeçmelidir. Yani nadir bulunan yukarıdaki levhayı yanlış, yanlış saydığımız diğerlerini doğru kabul etmeliyiz.

Çöp Dökmek


Ereğli'de arabamı park edecek bir yer arıyordum. Bir inşaatın önünde ufacık bir yer buldum. Park ettim, el frenini çektim. İnerken bir tabela dikkatimi çekti: "BELEDİYECE ÇÖP DÖKMEK YASAKTIR"

İnşaat sahipleri kerli ferli adamlardı galiba ki belediyeye yasak koymuşlardı, belediyenin çöp dökmesini yasaklamışlardı. Hem belediye şehrin ortasında bir inşaatın önüne neden çöp döküyordu ki? Belediyenin görevi çöpleri toplamak değil miydi?

Belki de yanlış anlamıştım. Belediye değildi oraya çöp döken. Başkaları çöp döküyordu, inşaat sahibi rahatsızdı bu durumdan. Arsız insanlara söz anlatamamış da tabela dikmeye karar vermişti. Yasağına yasal bir dayanak olsun diye de belediyeyi zikretmişti. Yani şöyle demek istiyordu büyük bir ihtimalle: ÇÖP DÖKMEK BELEDİYECE YASAKTIR. Ondan daha anlamlısı herhalde şöyle olurdu: BURAYA ÇÖP DÖKMEK BELEDİYECE YASAKLANMIŞTIR.

İkinci ihtimal makul gözüküyor. Canlarını hiçe sayıp hayatî yasakları çiğneyen insanımız, belediyenin adını duyunca bu yasağa uyar mı uymaz mı bilinmez. Ama tabela normal de ben dilci gözüyle öküzün altında buzağı mı arıyorum, düşüncesiyle fotoğrafı 9 yaşındaki oğluma gösterdim. "Ne anladın?" dedim. "Belediyenin çöp dökmesi yasakmış." dedi. 

Evet, tabelaya boşuna masraf edilmişti. Tabelanın anlattığı ile anlatmak istediği birbirinden hayli uzaktı. 

Anket

- Madem bir İnternet sitemiz var, anket eklememek olmaz. Hay Allah! Aklıma da hiç anket konusu gelmiyor. Anket koymasak mı acaba? Hah, buldum! İyisi mi halka gidelim... Siteye anket koyalım mı, koymayalım mı? Anket yapıp halkımıza soralım. 

Yaz oğlum, şöyle yaz: "Siteye anket eklensin mi? Evet. Hayır.

- İyi de ağabey, bunu ekleyince siteye zaten anket koymuş olmaz mıyız?

- Olur muyuz?

- Bilmem...

İyi Olmaya Çalışmak

Bazı laflar -söz yerine laf kelimesini özellikle kullandım- var, kimden türediği belli değil fakat süratle yayılıyor. Yanlışlar, doğrulardan fazla taraftar bulabildiği için bu laflar da küçüğünden büyüğüne, okumuşundan cahil kalmışına, kentlisinden köylüsüne cümle halkın dilinde sakız olmaktadır.

Son zamanlarda "Nasılsın?" sorusuna verilen "İyi olmaya çalışıyoruz." cevabı da bu ucube laflardan birisi.

"Nasılsın?" diye hâlimizi hatrımızı soran birisine "İyiyim, Allah'a şükür, şükürler olsun, elhamdulillah, teşekkür ederim" ya da "İdare ediyoruz, hastayım, kötüyüm..." gibi birçok cevap verilebilecekken "İyi olmaya çalışıyoruz." şeklinde üç tane kelimeyi israf edip de beş para etmeyen bir şey yumurtlamak, bir lisanın içine etme teşebbüsüdür.

İnsanın gün içindeki bütün gayreti "iyi olmak" için çalışmak mıdır? 

İnsan ya iyidir ya kötüdür ya da ikisi arasında bir yerdedir. Bunu da yukarıda tırnak içinde verdiğim sözlerle ifade edebilir. 

Halimizi soran bir insana, çok zor durumda değilsek olumsuzluk izhar etmek, kula karşı nezaketsizlik; yaratıcıya karşı da şükürsüzlük ve nankörlüktür. 

Şehirde okumuş adamlardan duyduğum bu lafı, köyde önünde eşeğiyle tarladan dönen üstü başı toz toprak bir adamın, nasırlı elleriyle tuttuğu telefonla konuştuğu kişiye sarf ettiğini görmek, lanet olası lafların nasıl taraftar bulduğunu bana bir kere daha gösterdi.

Petrol İçenler Buraya


"1960'dan" yanlış... Doğrusu: 1960'tan

"Bu Güne" yanlış... Doğrusu: Bugüne

Takvim kapağının tasarımı ise tam bir fecaat komedisi...



Anılarda Anlamsız

Tarih: 16 Temmuz 2012 
Saat: 18.45
Niğde-Kayseri yolundayım, Kayseri'ye yaklaşmışım. Fotoğraftaki aracı sollarken arkasındaki muhteşem hata sanatını fark ettim. Eşimden fotoğraf makinesini hazırlamasını istedim ve yavaşladım. Midibüs bizi geçince fotoğrafını çektik.  

Gelelim beni ilgilendiren kısmına...
"ANILARDA ANLAMSIZ" sözünde "anılarda" kelimesindeki "da" ek değil, bağlaçtır. Yani "dahi" anlamına gelmektedir ve ayrı yazılmalıdır.
"ANILAR DA ANLAMSIZ"

"Türkiyenin Her Yerinden" komedisinin ilk kelimesindeki çekim eki kesme işaretiyle ayrılmalıdır: "Türkiye'nin"
Neden komedi?
Yerel bir telefon numarasını il telefon kodu ile Türkiye'nin her yerinden zaten arayabiliriz. Sıradan bir telefon numarasını 444'lü bir numara gibi pazarlamak da üstün Kayseri zekâsının ürünü olsa gerek.



Telif Hakkı

Yukarıdaki kupürü 28 Haziran 2012 tarihli Bugün gazetesinden kestim. Haberin ilginçliği, sözü edilen kişinin saçmalaması ile ilgilenmeyeceğim. "Telif" kelimesinin anlamı üzerinde duracağım.

"Telif" kelimesi TDK'de söyle tanımlanmış: 
telif 
isim (te:lif) eskimiş Arapça te¢l³f
1. isim Uzlaştırma
2. Kitap yazma
3. hukuk Telif hakkı
4. sıfat Yazarın kendisinin kaleme aldığı
"Babamın gene o tarihte oynanan bir telif piyesi de o sahnede oynamıştı." - H. F. Ozansoy


telif hakkı 
isim, hukuk
isim, hukuk Bir fikir veya sanat eserini yaratan kişinin, bu eserden doğan haklarının hepsi, telif, yazar hakkı, röyalti
Telif hakkının ne olduğu açık. Bir eseri yaratan kişinin o eserden doğan hakları...
Şimdi bu vatandaş çatma kaşlarının (Haberi yazan vatandaş, bu tür kaşlara "birleşik kaş" değil, "çatma kaş" dendiğini de bilmiyor.) yaratıcısı mıdır ki telif hakkını alsın. 
O halde bu adamın yaptığı işe ne mi denir? "Tescil etmek"denir. Haber "Kaşlarını Tescil Ettirdi" başlığıyla verilmeliydi. 

Anket


Anket yapmayı çok seviyoruz. İnternet sitenize anket ekliyorsunuz, millet tıklayarak anketinize katılıyor. Katılıyor da ne oluyor? Topladığınız bilgiler kimin, hangi derdine derman oluyor? 

İstemeye alışmış, toplamadan duramayan poşalar vardır. İşine yarasın yaramasın, ihtiyacı olsun olmasın, mutlaka gün geceye dönmeden bir şeyler toplamak onlar için en zaruri ihtiyaçtır. Bazı anketçiler de bunlara benziyor. Piyasaya anket sürerken tek kazançları, bilgi toplamanın hazzıdır.

Bari adamakıllı soru ve kapsamlı cevaplar hazırlayabilme becerileri bulunsa... 

"Sizce yeni anayasa yapılmalımıdır?" Evet veya hayır... Gözümüz aydın, bir anketimiz oldu.

"Sizce" demeye lüzum yok. "Evet"i tıklayan da "Hayır"ı tıklayan da kendisince bir fikir(!) ortaya koymuş oluyor zaten.

İkincisi "yapılmalımıdır" kelimesinde soru eki var ve bu ek kendisinden önceki kelimeden ayrı yazılır, "yapılmalı mıdır?" şeklinde yazılmalıdır.

Son olarak şunu belirteyim: Bu yeni anayasa meselesi iyice uzadı. Memleketin neredeyse dağına taşına bile sordular. Çoğunluk yeni anayasayı istiyor. İstiyor da bunu ben yapacak değilim. Milletin vekil seçtiği adamlar yıllardır yeni anayasa tellallığı yapıyor. Yapacaksanız yapın kardeşim. Zaten yaptığınız başka iş yok. 
Ve ey bu anketi yayınlayan yerel TV kanalı! Anket yaptın da ne oldu? 

Ah Gazeteler

AYNI GAZETEDEN AYNI GÜNDE ÜÇ HATALI HABER
(Bunlar gözüme ilk çarpanlar, araştırma yapmadım.)
Yukarıdaki bir İnternet gazetesinden alınan resimde "de" bağlacının yazımıyla ilgili yanlışlık göze çarpıyor. Resimdeki haberde bu hatadan iki tane var: "Zana'da Başbakan demişti." cümlesi "Zana da Başbakan demişti." şeklinde, haberin manşeti de "BDP'Lİ KURT DA BAŞBAKAN DEDİ" şeklinde yazılmalıydı. 


PKK, bir kısaltma ancak Türkçe değil. Bir kesim bunu PEKEKE diye okuyor, bizlerse PEKAKA şeklinde söylüyoruz.
Öncelikle yukarıdaki yazım yanlış. Meseleyi TDK'ye sordum, kullanımdaki yaygınlık nedeniyle bu yazımın yanlış olarak değerlendirilemeyeceğini söylediler. Bu durumda TDK'nin dil üzerinde bir tesiri kalmıyor. Dizginleri çekilmeyen galatlar palazlanıyor ve galat-ı meşhurlar, lügat-i fasihleri ezip geçiyor. 
PKK'yi kısaltma olarak kabul edersek "k" harflerini "ke" şeklinde okumamız gerekir. Bu durumda eklerin ince ünlülü biçimleri gelecektir. Kısaltmayı bir kesimle aynı şekilde okumayı problem yapmamak da icap edecektir bu durumda. 
Ben bu kanıda değilim. Yani bunu bir kısaltma olarak değil de -ki başta da bunun Türkçe bir kısaltma olmadığını belirtmiştim- kelime olarak almalıyız. Kendi dilinde kısaltma olsa da Türkçe için kelimedir ve "Pekaka" şeklindeki söylenişi zaten toplumda kabul görmüştür. Okumayla, yazmayla ilgisi olmayanlar dahi bölücü örgütün adını madem bu şekilde koymuştur, sadece yazanlar için imla meselesi kalmıştır. Onu da "Pekaka" şeklinde yazarız, okuyanlar da buna alışır gider ve -Allah'tan dilerim- bu dert biter ve insanımızın hafızasından adı dahi silinir, gider.


Ermeniler kelimesine getirilen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz. Çünkü özel adlara getirilen yapım ekleri kesme işareti ile ayrılmadığı gibi çokluk eki (-lar/-ler) de ayrılmaz ve bir özel ada (Ermeni) kesmeyle ayrılmayan bir ek (-ler) getirildikten sonra hangi ek gelirse gelsin, ayrılmaz. Özetle, "ERMENİLERİN" şeklinde yazmalıydılar.

Thermal Hotel


Gazetemle birlikte bir ilan kâğıdı geldi. Otelin adı Türkçe. Büyük bir ihtimalle soyadına çokluk eki getirerek iş yerine isim yapılmış. Diyecek bir şey yok. Ülkemizde ucundan bucağından ticaret yapanların çoğu ticarethanesinin adını bu şekilde koyuyor.

Yukarıdaki ilanın ikinci kelimesi ise tam bir dil cinayeti... Türklere dağıtılmak üzere içeriği Türkçe bilgilerle dolu olan bir ilanda "thermal, hotel" kelimelerini kullanmak neye hizmettir?

İnsanlar üzerinde etki bırakıp otelinizin turistik olduğunu, büyük ve lüks olduğunu bu şekilde göstereceğinizi umarak binlerce yıllık bir milletin Allah vergisi dilini harap etmek; cahillik ve düşüncesizlik faktörlerini de hesaba katınca dahi cinayetten ehveni ile adlandırılamaz.

Halkımızın çoğu "thermal"i anlamayı bırak, okuyamaz bile. O kelimenin Türkçesi "termal"dir (bunu da telaffuz edemeyecek bir hayli insanımız vardır) ve "termal" yazınca da bir tarafınız eksilmez.

Türkçede "hotel" diye de bir kelime yoktur, onun da Türkçesi "otel"dir ve "otel" yazınca iş yeriniz küçülmez.

Kendilerine hadim, paralarına meftun olduğumuz turistler okuyabilsin, anlayabilsin ve de dolarlar, avrolar kasamıza dolsun istesek bile milli karakterimiz gereği önce Türkçesini yazarız kocaman harflerle, sonra da ayraç içinde ecnebicesini yazarız biraz küçük harflerle...

Taxsi


Yukarıdaki fotoğrafı Ereğli Devlet Hastanesinin önünde çekmiştim cep telefonumla. 

"TAXSİ" kelimesinin hangi dile ait olduğunu anlayan beri gelsin.

Kelimeyi tek harflerle yazıyorum: TAKSSİ

Türkçede yok, geriye kalan yüzlerce dilde de böyle bir kelime olduğunu sanmıyorum.

Kelimenin ortasındaki "X" harfini "İKS" değil de Azerbaycan alfabesindeki "X" (hırıltılı H) niyetiyle yazmışlarsa bir şey ifade eder: Yöremizde "k" sesi pek kullanılmaz, taksi kelimesi de h'si hırıltılı olarak "tahsi" şeklinde telaffuz edilir. Ne var ki ben bunu yazan ya da yazdıranların bu harfin o işlevinden haberdar olduğunu sanmıyorum. Bunlar, güya, "TAXI" yazarak karizma meydana getirmek isterken devasa bir cehalet sergilemişler. Türkçede X harfi olmadığını bilmeyen, cahil değil de nedir?

İsim mi Sıfat mı

Yazıdan en çok istifade ettiğimiz yerlerden biri bildirme levhalarıdır. İnsanların birbirine girmelerini, kargaşayı önler levhalar. Türkçeyi yanlış kullansalar bile biz onların anlatmak istediklerini çoğu zaman doğru anlarız.

Tabelalarda isim tamlamaları ile sıfat tamlamalarının karıştırıldığına sıkça rastlıyoruz. "Misafir Ayakkabılığı" yazılması gereken tabela "Misafir Ayakkabılık" şeklinde sıfat tamlaması olarak yazılınca kastedilenden çok uzak bir anlam veriyor. İnsanların kastedilen şeyi anlamaları, misafirlerin ayakkabılarını bu dolaba koymaları, yani amacın hasıl olması bu hatayı kıymetten düşürmez. Misafir öğrenci, misafir sanatçı gibi "misafir ayakkabılık, misafir wc" sözleri de aynı anlamı taşır: Bu ayakkabılık ve bu wc misafirdir; umduklarını değil, bulduklarını yedikten sonra buradan gideceklerdir.

Aynı tür levhaları pak çok yerde görmemiz mümkün. "Bay Mescit, Bayan Mescit" yazılarını namazda gözü, ezanda kulağı olmayanlar bile sık sık görürler. Mescidin cinsiyeti olur mu?

Sonra bu wc ibaresinin de Türkçemizde yeri yoktur. Bunun yerine Türkçemizde yerli ya da yabancı kökenli birçok kelime var: abdesthane, aralık, ayakyolu, yüznumara, hacet yeri, hela, kenef, memişhane, kademhane ve tuvalet.

Hangisini estetik buluyorsanız, onu kullanınız. WC deyince çok mu temiz oluyor, çok mu nazik oluyor; içinde ne olduğunu biliyoruz. Fakat abdesthane kelimesi bize temizliği hatırlatıyor, hem de ibadete hazırlık temizliğini...

70'inci


10 Kasım 2008 tarihli bir TV haberi…

Ülkemin protokolü, makamını hak edeniyle etmeyeniyle hazır olda… Bazılarının kafalarında belki de günün ve bu toplanışın anlamından fersah fersah uzak düşünceler, safındaki bazılarına tahammülsüzlük ve imkân bulsa bir kaşık suda boğma arzusuyla yanıp tutuşma hali…

Bütün bunları şu an sadece Allah biliyor.

Benim bildiğim ise haberin alt yazısında mühim bir imlâ hatasının var olduğudur.

YETMİŞİNCİ kelimesi öyle yazılmaz, “70’İNCİ” şeklinde yazılmalıydı. Rakamla yazılmış bir sayıya ek getirirken sayının harfle yazılışına dikkat etmeliyiz. Harfle yazıldığında ek nasıl geliyorsa rakamla yazıldığında da aynı şekilde gelir: YETMİŞ-İNCİ = 70-İNCİ.

Bu haberi seyredenlerden en az bir kişi yanlışın farkına varmış olsa; geriye kalanlar, ister imlâ kaidelerinden habersiz oluşları ister beyinlerinin algıda tamamlayıcılık ilkesine göre çalışması nedeniyle olsun, bu hatayı fark etmeseler de bu imlâ hatası basit değildir.

Milli eğitimimize vurulmuş bir darbedir. Dilin korunmasından, doğru kullanılmasından laf açılınca mangalda köz bırakmayan benim necip milletimin çocuklarına yanlışın doğru diye kakalanmasıdır. Bir doğrunun genç dimağlara aşılanabilmesi için öğretmenler, kitaplar, ilim adamları kendini paralarken bir TV kanalının sadece dil cahili bir efendiyi o masanın başına geçirmiş olması gibi telafisi hem gayet kolay hem elzem bir sorumsuzluğundan ötürü yüz binlerin bir yanlışı doğru diye hafızalarına kayıt etmesi büyük bir cinayettir. Muallimler iğneyle kuyu kazıyorlar, ancak bir cahil ufak bir gafletle oraya bir tümsek yığıveriyor.

Eğitimden milletin her ferdi sorumludur. Bu iş sadece öğretmenlere bırakılmamalı.

O TV kanalı o klavyenin başına dil uzmanı bir zatı koymalı, koymalı ki ekran başındaki “genel öğrenici kitlesi” faydalansın, televizyonunu bilinçaltına birkaç bilgi göndermiş olmanın kazancıyla kapatsın.

Onar


Ne âlâ… Ben yazdım oldu.

Dil cahili bir televizyoncu cinayeti daha…

Haberdeki alt yazıyı yazarken nasıl da iftihar etti kendisiyle kim bilir, kesme işaretlerini doğru kullandım, diye.

Nereden bilsin üleştirme sayılarının rakamla (10’ar) değil harfle (onar) yazıldığını. Zira hiç imla kılavuzu karıştırmazlar ki… Bütün dil bilgileri üniversiteye hazırlanırken gittikleri dershaneden kalmadır. Oysa öğrenebildikleri doğru bilgilerin çoğu çoktan yanlışlara terk edip gitmiştir yerini.

Zavallı Türkçem!.. Kimlerin elindesin? 

Ayrıca villa dedikten sonra “ev” demeye hacet var mı? Villa zaten bir ev çeşididir.